Erdoğan, Türk milliyetçiliği kartına oynuyor
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Abbas Vali, “IŞİD Kobani’ye sadece seküler, sadece Kürt olduğu için değil, direnişin metaforu olduğu için de saldırıyor. Kobani halkların iktidarını temsil ediyor ve bu yüzden herkes için bir tehlike arz ediyor” diyor. Hükümetin çözüm süreciyle ilgili çelişkilerine dikkat çeken Vali, AKP’nin son seçimlerden sonra Kürt sorununu çözen değil, Türk milliyetçisi bir parti olmaya oynadığını belirtiyor.
Ortadoğu ve Kürt siyasetinde uzman isimlerden Prof. Abbas Vali, IŞİD’den Ortadoğu’nun yeni dengelerine; çözüm sürecinden Duhok toplantısına hızlı akan gündeme ilişkin sorularımızı yanıtladı. Prof. Vali, söyleşimizi, IŞİD’e karşı savaşta hayatını kaybeden Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü yüksek lisans öğrencisi Suphi Nejat Ağırnaslı’ya ithaf etti.
Çeviri için Fulya Alikoç’a teşekkür ederiz.
Serpil İlgun (Sİ): Sizce IŞİD neden tüm gücüyle Kobanê’ye saldırıyor?
Abbas Vali (AV): Bence IŞİD, Irak ve Suriye’de farklı amaçlar güdüyor.
Sİ: Hangi amaçlar bunlar?
AV: Irak’ta amacı devleti ele geçirmek ve kendi iktidarını kurmak. Ama Suriye’de şiddetli bir taşeron olarak çalışıyor. Türk tankları sınırda duruyor, AKP Ankara’da oturuyor ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Kobani düşmek üzere” diye açıklamalarda bulunuyor, çünkü bunu bekliyor. IŞİD’in evet, Suriye’de iktidarı ele geçirmek gibi bir hedefi de var, kendine has amaçları var, fakat asıl taşeron olarak orada duruyor.
Sİ: Kimin taşeronu?
AV: Türkiye ve Suudi Arabistan’ın taşeronu gibi görünüyor şu anda. Ama bu ikisi için de artık tehlikeli bir strateji haline geldi. Suudi Arabistan’da IŞİD’e duyulan sempatinin ne kadar arttığını görüyoruz. Türkiye’nin de durumu yanlış hesapladığını görüyoruz. Çünkü IŞİD, Irak’taki başarısından sonra, Musul’u aldıktan sonra, militarist bir örgüt olmanın ötesine geçip sosyo politik bir hareket haline geldi ve Ankara bunu yanlış hesapladı.
Sİ: Ankara’nın temel yanlışı ne oldu?
AV: Bunun nedeni AKP’nin 80 yıllık Kemalist rejimden devraldığı bakış açısı. Bu da her zaman ana düşman olarak Kürtleri görmektir ve bütün politikayı buna göre belirlemiştir. Türkiye’de IŞİD’in Sünni bir hareket olduğunu düşünenler çok yanılıyor. Evet, AKP İslami bir güçtür ama oldukça etnik bir güçtür. Türk’tür AKP. Çünkü İslam’ın Türk yorumunu yapıyor ve bunu ancak etnik bir ulus devlet içerisinde gerçekleştirebilir. Ama IŞİD, anti etnik bir harekettir. Ümmet anlayışıyla hareket eder. IŞİD’in yorumuna uyan Müslüman’dır, uymayan değildir. Ankara’nın IŞİD’in İslam’ın Türk yorumunu kabul etmeyeceğini gömesi lazım, ama bunu anlamıyor.
Ankara’nın IŞİD hakkında görmesi gereken üç nokta var. Birincisi, Musul’u aldıktan ve Irak’ta diğer yerleri de ele geçirdikten sonra, IŞİD’in sadece bir örgüt değil, artık toplumsal bir hareket haline gelmeye başladığıdır ve toplumsal bir hareketle diplomatik yollarla anlaşma yapmanız çok zordur. İkincisi, eğer Türkiye IŞİD’i kendi amaçlarına evriltebileceğini sanıyorsa çok yanılır, çünkü Irak’ta elde ettiği gücü görmüyor, yanlış hesaplıyor demektir. Üçüncü nokta ise IŞİD’in Sünni kimliği yorumuna dayanıyor. Yani, Müslüman olup olmamak, IŞİD’in belirlediği koşullara uyup uymamakla belirleniyor.
Sİ: IŞİD, “PKK’ye laik, seküler bir yapı olduğu için saldırıyoruz” diyor...
AV: Bundan fazlası var.
Sİ: Nedir?
AV: IŞİD çok değişik bir güç aslında. PKK ile karşılaştırdığımızda 1984’ten beri bir direniş sergiliyor ve gerilla savaşı veriyor, biz buna düşük yoğunluklu savaş diyoruz. Fakat IŞİD, bir devlet gibi savaş yürütüyor. Gerekli tüm silah ve donanımlara sahip, işgal ediyor, direnişi çökertiyor ve şiddet kullanarak bunu yapıyor. Oldukça etkili bir terör yönetimi, barbarca yönetim var. Kobani’nin de Şengal gibi olacağını düşündüler ama Kobani’de insanlar direndi. Kobani direnişin simgesiydi fakat bunun ötesine geçti, direnişin metaforu haline geldi.
Sİ: Bunu biraz daha açar mısınız?
AV: Kobani’ye saldırı sadece seküler olduğu için değil, sadece Kürt olduğu için değil ya da direnişin sembolü olduğu için değil, direnişin metaforu olduğu için. Metafor ne demektir? İnsanların kendi anlamlarını yüklediği, kendilerince okuduğu bir şeydir. Kimileri İspanya iç savaşına benzetiyor mesela. Kimileri Stalingrad’a. Ve anti iktidarcı bir metafor. IŞİD’in temsil ettiği anlayışa ve IŞİD’i destekleyen, onu bir müttefik olarak gören diğer güçlerin temsil ettiği iktidara karşı bir metafor.
Kobani bir sistemi, halkların iktidarını temsil ediyor ve bu yüzden herkes için bir tehlike arz ediyor. Daha birkaç gün öncesine kadar ABD hiçbir şey yapmıyordu. Gelen haberlere bakılırsa, oradaki güçler dengesi değişmiş durumda ve IŞİD geri çekilir duruma gelmiş.
ABD, TÜRKİYE’Yİ TECRİT ETMEK İSTEMİYOR
Sİ: AKP, ABD’ye istediğini yaptırıyormuş algısı yaratmaya uğraşıyor. Buna karşılık ABD’nin de Türkiye’ye sert çıkışlar yapmaması dikkat çekiyor. Suriye özelinde ABD-Türkiye ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AV: Bence ABD, Türkiye’yi tecrit etmek istemiyor. Bunun bir nedeni evet, orta Asya’da, Azerbaycan’daki petrol yatakları ama asıl önemli olan, Ortadoğu’nun değişen dengeleri ve Türk ordusu bu yüzden gerekli. ABD Türkiye konusunda gayet memnuniyetsiz ama ihtiyaç var ve bu yüzden tecrit etmek istemiyor.
Son 10 yıl içinde aslında Türkiye çok şey kaybetti. Federal Kürdistan yönetiminde ulusal çıkarlar kavramının spesifik bir hesaplamasını yapmaya çalıştı. Irak’ın içine baktı, oradaki Kürt sorunun “çözümüne” baktı ve oradaki bölgesel hükümetle bağımsız bir ilişki kurması on yılını aldı.
Sİ: Bağımsız ilişki derken?
AV: Yani, PKK ile müzakere yolu olmaksızın bir ilişki kurması 10 yılını aldı. Şimdi Kobani için de aynı şeyi yapıyor. Neden yapıyor? Son seçimlerin çok şeyi değiştirdiğini düşünüyorum. Kürtlerin oyu olmaksızın seçimi bu denli yüksek bir oyla kazanması Erdoğan’ı güçlendirdi. Erdoğan artık Kürt kartını oynamaya gerek olmadığını, bunun yerine Türk milliyetçiliği kartını ortaya çıkarmak gerektiğini düşünüyor. 2015 seçimlerine de böyle bakıyor. Artık AKP, Kürt sorununu çözen parti değil, Türk milliyetçisi partisi olmaya oynuyor. Bunun çok büyük bir hata olduğunu düşünüyorum, çünkü iktidar çevreleri yani Ankara, Kürt sorununu çok yanlış yorumluyor. Kürt sorununu bir örgüt ya da parti sorunu olarak görüyor. Ama Kürt sorunu, ulusal bir sorundur. Dolayısıyla bu soruna yanıtların ulusal olması gerekir.
Sİ: O halde, AKP’nin “çözüm süreci bizim için çok önemli, bundan vazgeçmeyeceğiz” açıklamasını, oyalama siyasetinin devamı olarak değerlendirenler haklı mı? Bunlar, 2015 seçimlerini garantiye alma manevrası mı?
AV: Bence son haftalarda olanlar durumu oldukça değiştirdi. Sadece PKK, Kürt siyaseti ve Kürt aydınları, entelijansiyası değil, sıradan insanlar da, Mardin’deki, Batman’daki insanlar da AKP’nin çözüm sürecindeki pozisyonunu samimi bulmuyor. Bu “sözde” barış süreci başladığında, müzakerelerin başarısının Hükümetin Kürt hareketini birleşik tutma ve Öcalan’ın otoritesinin altını oymama iradesine bağlı olduğunu söylemiştim. Ancak Hükümet Öcalan’ın otoritesinin altını oymaya çalışıyor ama bunu paradoksal bir şekilde yapıyor. Bir yandan örgüte “terörist” diyor, “IŞİD’le PKK aynıdır” diyor, öbür yandan Kürtler sokağa çıktığında Davutoğlu, sokakları sakinleştirmesi için Öcalan’a başvuruyor.
Sİ: Bu neyi gösteriyor?
AV: Türkiye Hükümetinin kısmi olarak meşruluğunun Kürt önderliğine bağlı olduğu anlamına geliyor bu. Yani siz bir sıkıyönetim, OHAL ilan ediyorsunuz ve gidip düşmanınızdan durumu sakinleştirmesini talep ediyorsunuz. Politik literatürde bunun adının ne olduğunu bilmiyorum! Hükümet görevlilerinin bu kibirli duruşları, içerde ne kadar güvensiz hissettiklerinin bir göstergesidir.
HERKESE AÇIK BİR ‘BARIŞ AJANDASI’NA İHTİYACIMIZ VAR
Sİ: Kürt hareketi “Kobanê düşerse çözüm süreci biter” diyor fakat hükümet, “Kobani’nin Türkiye ile ne alakası var” diyor. Sizce AKP olumlu adım atmaktan neden imtina ediyor?
AV: Kobani düşsün ya da düşmesin, son birkaç haftada olanlar başlatılan barış sürecinin eski ilkelerinin işlemeyeceğini göstermiştir. Eğer bundan sonra bir barış süreci kurulmak isteniyorsa, yeni ilkeler şunlar olmak zorunda: Birincisi, hükümetin PKK’yi politik olarak tanıması gerekiyor. Birine hem terörist deyip, hem onunla masaya oturamazsınız. Ne Güney Afrika’da böyle bir şey oldu, ne de dünyanın herhangi bir yerinde.
İkincisi ise, Kürt sorunun demilitarize etmek. Yani askerilikten arındırmak ve onu bir politik süreç meselesi haline getirmek. Bunda da ihtiyacınız olan bir yol haritası değildir. Yol haritasında “bir aşamadan bir aşamaya geçtik” dersiniz. Ama bunun işlemeyeceği görülmüştür.
Sİ: Sürecin nasıl işlemesi lazım? Ek olarak akil insanlara yeniden başvurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AV: İhtiyacımız olan şey bir barış ajandasıdır. Ve tüm süreç herkese açık olmalıdır.
Bu barış ajandasının işlemesi için açık ve özgür bir basına ihtiyacımız var. Bunun olmadığı yerde süreç herkes tarafından görülebilecek açıklıkta işlemez. Yine, sivil toplum düzeyinde Kürt sorununun herkesçe kamuya açık bir şekilde tartışılıp konuşulabilmesi… İlgili ilgisiz taraflar diye düşünülmemeli; restoranlarda, üniversitelerde, her yerde tartışılabilmeli. Hükümet akil insanları denedi ve ne işe yaradı, söyleyin bana? Akil insanlar diye bir şeyin yaratılması aslında Türkiye’de demokratik bir durum olmadığının göstergesidir. Eğer demokratik koşullar olsaydı zaten akil insanlara ihtiyacınız olmazdı.
ESAD’IN DÜŞMESİNİ İSRAİL DE İSTEMİYOR
Sİ: Suriye politikası AKP’yi içeride ve dışarıda oldukça sıkıştırıyor. Sizce AKP bu sıkışmışlıktan kurtulmak için Suriye/ Kobanê politikasında bir değişikliğe gider mi?
AV: Bunda üç değişken duruma bakmamız gerekiyor. Birincisi, ABD nereye kadar bu stratejiyle devam edecek? İkincisi, Amerika ve İran müzakereleri nasıl sonuçlanacak? Üçüncü olarak da, Irak’taki Kürt hükümetini, PYD’yi Esad karşıtı bir pozisyona ikna ederse, Türk hükümetinin pozisyonunu değiştirmesi ihtimal dâhilinde. Ama şunu da düşünmemiz lazım; ABD nereye kadar Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor? Tampon bölge ve uçuşa yasak bölge, İran tarafından kabul edilmiyor. Ve ABD şunu biliyor ki, İran, Suriye’de önemli bir oyuncu.
Sİ: Amerika bu stratejiyle nereye kadar devam edecek derken, bir kara harekâtını da içine katıyor musunuz? Ek olarak, eğit-donat tartışması için ne düşünüyorsunuz? Eğitilenler kim, kimle savaşacaklar?
AV: ‘Eğit-donat’ın, göz boyamak için yapılan bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü Almanlar ve İngilizler de Iraklı Kürt peşmergeleri eğitiyor. Amerikan yönetimi bölgedeki stratejiye dair bölünmüş durumda. Beyaz Saray mevcut stratejide ısrar ediyor, fakat Pentagon işgal istiyor. ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey, zaten en başında bu stratejinin işe yarayıp yaramayacağı konusunda kuşkulu olduğunu belirtmişti. Amerikan yönetiminin içerisinde işe yaramadığını düşünenler çoğalıyor. Aslında ABD ve İngiltere, Arizona’da gerekirse Irak’a indirmek üzere birlikler eğitiyor. Ama Obama’nın istediği, Esad’a karşı Suriye’nin içinden bir muhalefet yaratmak.
Türkiye’ye gelecek olursak; Türkiye’nin, NATO onayı olmadan hiçbir yere girebileceğini zannetmiyorum.
Sİ:İsrail tüm bu planlarda nerede duruyor?
AV: Esad’ın düşmesini sadece İran değil, İsrail de istemiyor. Çünkü İsrail, Irak’taki gibi bir durumun ortaya çıkmasından korkuyor. On gün önce, “IŞİD, Ürdün’e girerse, IŞİD’e saldırırız” diye açıklama yaptılar. Yani AKP’nin politikaları sadece İran tarafından değil, İsrail tarafından da muhalefet görüyor. Birçok kişinin düşünmediği bir senaryo var. Eğer ABD ve İran arasında nükleer silah meselesinde açık ve net bir çözüm sağlanırsa, İran Esad’ın gönderilmesine ikna olabilir ama rejimin düşmesine değil. Esad gider ama rejim kalır. Oradan bir koalisyon hükümeti elde edebilirsin.
BARZANİ ZOR DURUMDA
Sİ: Barzani’nin çağrısıyla Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanı Salih Müslim, Suriye Kürt Ulusal Koalisyonu (ENKS) ve Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) temsilcileriyle Duhok kentinde bir araya geldi. Siz bu toplantıdan Kobanê-Rojava için olumlu bir sonuç bekliyor musunuz? İkincisi Barzani’nin, Kobanê’ye destek vermesine Türkiye ne der? Barzani, Türkiye’yi karşısına alır mı?
AV: Barzani zaten zor bir durumda. Şu an Türk tankları namlularını Kobani’ye çevirmiş, Türkiye’nin Kürdistan’a ihracatı yüzde 48 düşmüş durumda. Ayrıca Kobani, bölge halkları açısından bir metafor haline geldiği için Barzani zaten oldukça zor durumda ve yapacak hiçbir şeyi yok durumunu değiştirebilmek için.
Sİ: Bu toplantının, Kürdistan ulusal kongresinin toplanmasına da zemin hazırladığına dair yorumlar var…
AV: Hayır. Önce Barzani, yani KDP ile PKK arasındaki sıkıntı çözülmeli. Bunun için de böyle bir toplantıdan fazlasına ihtiyaç var. Unutmayın ki, Şengal’de hala PKK güçleri var. PKK ile KDP arasındaki mesele Kürt toplumunu kimin yöneteceği. Bu o kadar kolay halledilecek bir mesele değil. Bu olmadan Kürt ulusal kongresi toplanamaz.
TÜRKİYE VE SUUDİ ARABİSTAN’IN HESAPLARI TUTMADI
Sİ: IŞİD’in bu kadar güçlenmesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Musul ve Şengal saldırılarıyla birlikte adını daha fazla duyuran IŞİD için Musul kilit nokta mıydı?
AV: Hayır, Musul olayı zaten karargahı Rakka’da olan IŞİD’in kendi gücünü konsolide etmesiyle gelişen olayların bir sonucuydu. Bana göre İŞİD’in ortaya çıkışı ve gelişmesi birçok farklı sürecin birleşmesinin bir sonucuydu. Birincisi, ABD’nin Suriye’deki stratejisinin başarısızlığı; ikincisi, Amerika’nın stratejisinin değişmesinin bir sonucu olarak Türkiye’nin Suriye’deki stratejisinin başarısızlığı. ABD’nin stratejisi askeri bir müdahale olmaksızın, Suriye’deki seküler ve dini müttefikleriyle -ki bunlar Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’dır- Esad’ı iktidardan düşürmekti. Fakat Ağustos-Eylül 2013’te bu strateji değişti.
Sİ: Neden?
AV: Bunun birinci sebebi, BM’nin oradaki güçler dengesini okuyuşu, ikincisi -ki en önemlisi olarak bunu görüyorum- ABD ile İran arasında değişen ilişki. ABD, İhvan gibi sözde ılımlı Müslümanların niyetinden ve Esad’ı devirme kapasitesinden kuşku duymaya başladı. Özellikle Mısır’da olanların Suriye’de tekrar olmasından endişelendi. İran’la müzakereye başladı. 2013 yazında Ruhani’nin iktidara gelmesiyle birlikte İran’la daha müzakere güden bir siyaset yürütmeye başladı. İran yönetimi özellikle nükleer silah meselesinin çözülmesi için ABD ile müzakere süreçlerine başladı.
ABD, Suriye’deki duruma baktı ve İran’ın Suriye meselesinde önemli bir oyuncu olduğunu gördü. Çünkü İran, Suriye’de iktidardaki rejimi korumakta çok kararlıydı. İran, Suriye’ye sadece askeri destek sunmakla yetinmedi. Aynı zamanda, muhaliflere karşı Esad’ın güçlerini örgütlemek için de güç gönderdi. Amerika, eğer Suriye’ye askeri bir müdahale yapmayacaksa, Suriye’deki duruma ilişkin İran’la anlaşmaya varması gerektiğinin fakına vardı. Bu konuda artık bir şüphemiz yoktur ki İran, Esad’ı mali olarak da desteklemektedir. Savaş için ona ödemeler yapmaktadır. ABD’nin müttefiklerine gelince; Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin aslında tek bir ortak amacı bulunuyor, bu da Esad’ı devirmek ve İran’ın etkisini kırmak. Bu noktada ortaklaşmalarına rağmen bunun nasıl yapılacağı konusunda hepsinin farklı görüşleri var. Bence Türkiye durumu yanlış hesapladı.
Sİ: Nerede yanlış yaptı?
AV: Amerika’nın askeri müdahaleye girişeceğini düşünerek, buna güvenerek hareket etti. Özellikle BM’de böyle bir anlaşmaya varılacağını düşünüyordu. Bunun bir amacı Esad’ı devirmekti. Fakat diğer bir amaç da Kürt sorununa bir son vermekti.
Amerikan’ın İran’la yakınlaşmasından sonra, Türkiye ve Suudi Arabistan bu durumdan hiç hoşnut olmadı. Suudi Arabistan, sadece askeri bir müdahale ile Esad’ın devrilmeyişinden değil, aynı zamanda ABD ile İran yakınlaşmasından da memnun değil. Türkiye açısından ise aynı zamanda Kürt sorunuyla alakalı bir boyut var.
Sİ:İran’ın Esad’a desteği bu kadar aleniyken, ABD’nin İran’la yakınlaşmasını nasıl okumak gerek?
VA: Amerika Irak’ı terk ettikten sonra orada bir güç boşluğu doğmuştu. Bu boşluk Maliki’nin yönetime gelmesiyle Şiiler tarafından dolduruldu. ABD, birleştirici güçte bir insan olduğu için Maliki’yi destekledi. İran da destekledi çünkü Şii bir yönetimdi. İran bu sayede Tahran’dan Bağdat’a, Şam’dan Güney Lübnan’a bir erişim zinciri sağlamış oldu ve güçlü bir pozisyona geçti. Maliki’nin başarısızlığından sonra İran bu gücü biraz kaybetmişti. IŞİD kuşatması elini güçlendirdi.
Sİ: Nasıl güçlendirdi?
VA: Amerika’nın stratejisinin değişmesinden sonra, İran’ın avantajı şuydu, Hizbullah gibi bir müttefiki vardı. Ama Türkiye ve Suudi Arabistan’ın böyle müttefiki yoktu, savaşan güçleri yoktu ve bunu yaratmak zorundaydılar. Bence her ikisi de İhvan ve El Nusra’yı destekledi, onları müttefik gördüklerinden. Çünkü Amerika’nın stratejisindeki değişiklikten sonra birçok grup ortaya çıktı. IŞİD’i bunların bir sonucu olarak görmek lazım. Esad’a karşı dini muhalefetin içinden çıkan bir sonuç olarak görmek lazım. Türkiye ve Suudi Arabistan’ın her ne kadar resmi olarak kanıtlanmamış olsa da, IŞİD’e mali ve silah desteği verdiğinden hiçbir kuşkumuz yok.
PROF. ABBAS VALİ: İran Kürdistanı’nda yer alan Mahabad’da doğdu. Üniversiteden sonra akademik çalışmalar için Britanya’ya giden Vali, doktorasını Londra Üniversitesi’nde yaptı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin daveti üzerine 2006 yılında Erbil Üniversitesi’ni kurmak üzere, Irak Kürdistanı’na yerleşti. Ancak yönetimle arasında çıkan problemler nedeniyle buradan ayrıldı. 2008’den bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor. “Kürdistan Cumhuriyeti”, “Kürt Tarihi Kimliği ve Siyaseti”, “Kapitalizm Öncesi İran”, “Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri” kitapları Türkçe’ye çevrildi.
[Bu makalenin orijinali evrensel.net’te yayımlandı.]